19 Ekim 2017 Perşembe

Basketbola bağlılığımızı bildiririz!

‘Bilmezdik şarkıların bu kadar güzel, kelimelerinse kifayetsiz olduğunu’* kalbimize basketbol ateşi düşmeden önce… Biz basketbolu en çok ’12 Dev Adam’la ve şarkısıyla sevdik. Her maçta bağıra çağıra söyledik. Şimdi başka bir rüyanın peşinde basketbola bağlılığımızı yeniden bildiriyoruz. Hep bir ağızdan ‘I Feel Devotion’ diyoruz!


Spor ve müzik birleşince…
Maç dediğin şeye el ele kol kola gidilir. Yenilir, içilir, sevinilir, ağlanır ama en çok hep bir ağızdan şarkı söylenir. Şarkılar tezahüratlara, aşklar; futbola, basketbola dönüşür. Tribünlerden yükselen bu sesler zaman içinde kulüplere, kupalara, şampiyonalara ilham kaynağı olmuş ve bir çok özel organizasyon için, önemli sanatçılara kupa şarkıları, milli takım marşları sipariş edilmiştir. Bu organizasyonlara en güzel örnek 80’lerden beri süregelen bir gelenekle 4 yılda bir yeni bir şarkıyla karşımıza çıkan FIFA Dünya Kupası’dır. Sporun gelişimine paralel bir hızda ilerleyen müzik sektörü günümüzde, özellikle Dünya Kupası söz konusu olduğunda tüm imkanlarını seferber etmektedir. Yaklaşan Brezilya 2014’ün kupa şarkısı, popüler müziğin en üretken isimlerinden Pitbull’a emanet edildiğini yakın zamanda hepimiz öğrendik. ‘We are One’ (Biz Biriz) adını taşıyan şarkıya ses verecek diğer ünlüler de yine çok popüler bir isim Jennifer Lopez ve Brezilya’nın önemli seslerinden Claudia Leitte.

Şarkım Sevgi Üstüne**
Dünya Kupası’nın unutulmaz şarkılarına, futbolun mabetlerinden yükselen neredeyse saygı duruşunda dinlediğimiz Şampiyonlar Ligi şarkısına, Brit rüzgarlarıyla tüm dünyaya ulaşan ve asla yalnız yürümememizi öğütleyen ‘You’ll  Never Walk Alone’a ilerleyen satırlarda değineceğiz. Biz şimdi hızlıca konumuza dönüş yapalım ve mini ‘I Feel Devotion’ dosyamızı açalım.
Aslında ‘I Feel Devotion’ı (Bağlılığı Hissediyorum) 2006 yılında duymaya başladık. Ama asıl etkisini görmek için 2013’e kadar beklememiz gerekti. Beklerken de bugüne kadar yapılmış en güzel basketbol marşlarından biri ’12 Dev Adam’ bu topraklardan çıktı ve Türkiye A Milli Basketbol Takımı, Athena’nın şarkısının yarattığı itici güçle önemli başarılara imza attı. “Kalbimizden kopuyor bu şarkı sana, sanmasınlar ikimiz ayrı yollarda” diye başlayan 12 Dev Adam marşı, sözlerinden de anlaşılacağı üzere basketbol sevgisine bir güzellemeydi. 2001 yılında Türkiye’de düzenlenen Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda dinlemeye başladığımız şarkı, o günlerde Avrupa basınında da övgüyle bahsedilen bir basketbol olayı haline gelmişti. 12 Dev Adam da şarkıdan ve taraftarlardan aldığı güçle Avrupa 2.’si olmuştu.
Bu ara bilgiden sonra ‘I Feel Devotion’a yeniden döndüğümüzde karşımıza, 2009 yılında şarkıyı söyleyip Euro League’e gönderenler arasında gerçekleşen ödüllü bir yarışma çıktı. Ödül, Euroleague’ın bir sonraki yıl tanıtım filminde oynamak bir anlamda ünlü olmaktı. Günümüzde ise şarkı Euroleague tarafından bir tanıtım aracı olarak, NBA’in sloganı ‘I Like This Game’ ile Şampiyonlar Ligi’nin şarkısı arasında bir yere konumlanmak isteniyor. Hatta Euroleague’in sloganı bile ‘I Feel Devotion’.

Bağlanma korkusu…
Gelelim Euroleague’in tüm bu tanıtım telaşı içinde gözden kaçırdığı küçük ayrıntılara. Euroleague’in resmi sitesinden ‘I Feel Devotion’ın bestecisi, yapım yılı gibi önemli bilgilere maalesef ulaşamadım. Konuyla ilgili Euroleague’e gönderdiğim e-posta’ya cevap alamadım. İnternette yaptığım çok derin araştırmalar da sonuçsuz kaldı. Bağlılığın bu kadar yoğun olduğu bir şarkıyla ilgili yetkili makamlara bağlanamamak açıkçası beni biraz korkuttu. Ama bu demek değil ki her maçtan önce ayağı kalkıp bu şarkıyı söylemeyeceğim. Basketbola bağlılığımızı İsmet Badem’in yıllarca söylediği gibi ‘Yüzünüzden tebessüm, kalplerimizden basketbol sevgisi eksik olmasın” sözleriyle bir kez daha bildiriyoruz. Çünkü ‘I Feel Devotion’.

*Orhan Veli’nin ‘Anlatamıyorum’ şiirinin girişi.
**Seyyal Taner ve Lokomotif’in 1987 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi temsil ettiği parça.

Bu Şarkıları Unutursak Kalbimiz Kurusun!
You’ll Never Walk Alone: (Asla Yalnız Yürümeyeceksin)
Liverpool tribünleriyle özdeşleşen ve fena halde hayata benzeyen futbolu en güzel özetleyen bu şarkı, aslında Rodgers ve Hammerstein müzikali için yazılmıştır. 1963 yılında, İngiliz grup Gerry and The Pacemakers şarkıyı yeniden yorumlamış ve ‘You’ll Never Walk Alone’ bu haliyle aynı yıl Liverpool’un stad hoparlöründen ilk yükselişinden bugüne takımın resmi şarkısı olmuştur. Ayrıca şarkının sözleri 2 Ağustos 1982'de Liverpool’un eski yöneticlerinden Bill Shankly'nin onuruna Liverpool’un stadı Anfield Road'un girişine yazılmış, 1985’te yaşanan Bradford yangınında yaşamını yitiren bir taraftar anısına da şarkı yeniden kaydedilmiştir.
Şampiyonlar Ligi Şarkısı: Futbolun en güzel fon müziklerinden Şampiyonlar Ligi Şarkısı’nın orjinali, 18. Yüzyıl’ın önemli bestecilerinden Alman George Frideric Handel’in ‘Zadok the Priest, Coronation Anthem No. 1 uzun isimli eseri. UEFA’nın görevlendirdiği bir diğer besteci Tony Britten tarafından modernize edilen şarkı, Kraliyet Filarmoni Orkestrası tarafından yeniden yorumlanmış ve  organizasyonun 3 resmi dili olan İngilizce, Almanca ve Fransızca’yı içeren sözler yazılarak bugünkü şeklini almıştır.
Dünya Kupası Şarkıları: İlk FIFA Dünya Kupası şarkısı 1962 yılında Şili’nin ev sahipliği yaptığı kupada Los Ramblers tarafından seslendirilen ‘El Rock del Mundial’dir.  Yıllar içinde en çok dikkat çeken Dünya Kupası şarkıları ise;
-1982 İspanya ‘Plácido Domingo – Mundial ‘82’
-1998 Fransa ‘Ricky Martin – La Copa de la Vida’
-2002 Güney Kore & Japonya ‘Anastacia – Boom’
-2010 Güney Afrika ‘Shakira – Waka Waka’

30 Aralık 2012 Pazar

yaşadıkça sevesim var...




2012'ye dair uzun uzun yazacaktım ama bitiyor zaten.. Güzel şeylerle hatırlamak istiyorum.. Madem gidiyor.. Arkasından konuşmak olmaz..

- Doğum günüm: Yeğenim Beril 14 yaşında. Geçen okuldaki yıl sonu eğlencesi için "hayatımda geçirdiğim en güzel partiydi" yazmış. Ben de "len hayatın ne kadar" diye dalga geçtim onunla. Demem o ki kaç yaşında olursanız olun bazen bir gün, bir an 'unutulmaz' oluyor.. Bir sebeple, bin dostla, bir sürprizle.. 19 Mayıs'ta beni sarıp sarmalayan tüm minnoşlarıma bir kez daha yürek dolusu teşekkürler.

- Erovision Şarkı Yarışması: Doğaçlama gelişip, biraz zorlamayla Kıvanç'lara çöktüğümüz Eurovision Finali de  unutulmaz gecelerimizden biri oldu. 2013'te katılmayacak oluşumuza çok üzülmemizin sebebi bu yıl yaşadığımız şamata olabilir. Keşke katılsaydık. Ama olsun biz yine bir sebep bulur eğleniriz.

- Morrissey Konseri: Son anda davetiye bulduğum için konserin büyük bir bölümünü bir taşın üzerinde izledim. İçimden de "dünyanın neresinde olursam olayım bir taşın üzerinde Morrissey dinleyebilirim" dedim. Hem dokunaklı, hem hüzünlü hem de çok güzeldi.

- İlhan İrem Konseri: Türkay'ı sürükleyerek götürdüğüm bilmem kaçıncı konser. Ama ne konser. Bildiğin ayin. Kafamda hala Don Kişot çalıyor.

- Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı: 2013'te kitap yazmakla ilgili daha büyük hayallerimiz var ama 2012'de bir ilk gerçekleşti ve Yitik Ülke tarafından yayınlanan, Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı'nda 'bir tuhaf' olarak yer aldım.

bir de.. Babam beni bir Neşet Ertaş türküsüyle sever.. "dane dane benleri var yüzünde" diye diye.. ben de en çok 'yalan dünya' türküsünü severim Neşet Baba'nın.. "sana karşı benim hayalim çoğdu" diye diye..

yeni yıl dileklerim yarın.. şimdilik diyebileceğim en başta yazdığım..



21 Ekim 2012 Pazar



                            Araba Plakasından Fallar... 


Çocukluğumun ve ilk gençliğimin en önemli figürlerinden biriydi Cem Karaca. İncecik
bedeni, kocaman sesi, aşık olduğum karizmasıyla her şarkısını ezbere bilir onunla
tanışacağım günün hayalini kurardım. Bütün şarkılarını severdim… En çok sevdiğim
şarkısı konusunda hala kararsızlık yaşıyorum. Ama bir şarkısı var ki o şarkı yüzünden
ben hala her gün araba plakasından fallar tutuyorum.

Cem Karaca’nın ‘Tamirci Çırağı’nı hepimiz biliriz. ‘Kahya Yahya’ da benim için
tamirci çırağıyla aynı mahallenin diğer bıçkını gibidir. 1990 tarihli ‘Kahya Yahya’
şarkısında Cem Karaca, yine sınıf farkını işaret eder. Kızımız kim bilir kimin nesidir
ama o sadece kahyadır, Yahya’dır. Şarkıyı ilk dinlediğim günü hatırlıyorum. Kuşadası
Altın Güvercin Şarkı Yarışması vardı. Bir cumartesi gecesiydi. Evde ailecek TV’nin
karşısındaydık. O’nun katılacağını bile bilmiyordum. Her zamanki gibi “Gençler ve
daima genç kalanlar” diyerek sahneye çıktı ve ‘Kahya Yahya’yı söyledi. Tabii ki birinci
oldu ve ben ağladım. Daha da önemlisi şarkı sözlerini yazdım edebiyat defterime.
Sonra ikinci dizesindeki “Araba Plakasından Fallar Tutmuşum” cümlesini taktım
kafama. Araba plakasından nasıl fal tutulurdu? O dönemde araştıracağım fazla
kaynak yoktu. Ben de kafamdan bir fal uydurdum.

Araba plakasından fal tutmanın ilk şartı plakada adınızın baş harfinin olması. Hangi
sırada olduğunun bir önemi yok. Baş harfinizi görünce hemen plakadaki sayıları
toplayıp 1 ile 9 arasındaki bir rakamı elde ediyoruz ve her rakamın bir kelime karşılığı
var. Şöyle ki; 1-Aşık, 2-Dürüst, 3-Yalvarıyor, 4-Öpmek İstiyor, 5-Mektup İstiyor (takdir
edersiniz ki günümüzde mail ya da mesaj oluyor), 6-Evlenmek İstiyor (umut dünyası)
7-Resim İstiyor, 8-Seviyor, 9- İstemiyor… Bu fal 90’larda kızlar arasında ‘adyömersi’
olarak da bilinirdi. Şimdi yaptığım araştırmada Fransızca ‘a dieu merci’ cümleciğinden
geldiğini ve anlamının “Tanrım sana şükürler olsun” dileği olduğunu öğrendim.

Cem Karaca ile tanışma hikayeme gelince… Barışarock’tı. 2003’ün Ağustos
sıcağıydı.. Saatlerce beklediğimi, sonra O’nu gördüğümü, sahneye çıkmadan
aralardan sıyrılıp O’na sarıldığım anı hatırlıyorum. Sonrası da araba plakasından
tutulan fallar, özlemler, acılar ama en güzeli de hatıralar.

23 Eylül 2012 Pazar



Ayrılıkların da sonu var…

İlhan İrem’e olan sevgimi, saygımı The Cure ve Depeche Mode ekseninde büyümemle ve tuş seslerine düşkünlüğümle açıklayabilirim. Onu tanımam sevmem zor olmadı özetle. Bütün kasetleri var bizde. Birkaç da plağı. Her şarkısını ezbere bilirim. Sadece sözlerini de değil, gitar sololarına kadar. O yüzden dün geceki konser başından sonuna bir rüya gibiydi benim için. Işıkla ve aşkla dolu bir adamın 2 saatlik ayinine katıldık. Kuruçeşme Arena, bu tür özel konserlerde daha da büyülü bir atmosfer oluyor. Ay ışığı, yakamozlar derken uçup gidiyorsunuz. Ama asıl uçacak olan bu güzel konser mekanı. Malumunuz oraya da otel yapacaklar. Neyse ki oteli dün gece yapmaya kalkmadılar da çocukluğumun en önemli rock figürlerinden İlhan İrem’i doya doya dinledik. Elif annesi Aynur Abla ile gelmişti. Ben de Türkay’ı sürükledim yanımda. ‘Aşk İstanbul’da’ konseri 21.30’da ‘Son Selam’ ile başladı. Biz tam o sırada koşarak yerimizi bulduk ve oturduk. Oturduk diyorum çünkü sahne önü dahil oturmalı bir konser düzeni vardı.

Işık ve sevgi…
Bilenler bilir İlhan İrem, her konserine ışık ve sevgiyle başlar. Öyle de bitirir. Dün gece O’nun çağrısına kulak verenler çok güzel bir konserin yanı sıra; şarkı aralarında ülkenin içinde bulunduğu duruma ilişkin önemli görüşlerine, bu kaosta kendi yerini çok iyi belirleyen, kendini çok güzel ifade eden haline de tanıklık ettiler. İşte Hayat’ı, Boş Ver Arkadaş’ı, Don Kişot’u hep birlikte söyledik. Beş bin kişi ‘Hayır Ben Değilim’in sonunda ‘Hayır’ diye bağırdık. Sesimiz, isyanımız bir yerlere gitmiştir diye dua ettik.

Konuşamıyorum.. Anlasana..
İlhan İrem, en sevdiklerimizden ‘Konuşamıyorum’un sonunda “Bütün her şey ‘Konuşamıyorum’la ‘Anlasana’ arasında gidip geliyor 40 yıldır” dedi ve ‘Anlasana’ya geçti. Bütün şarkılardaki heyecanı ve samimiyeti çok güzeldi. Konfetiler patlayıp konser bitince çağrımıza kulak verip yeniden sahneye çıktı ve sahnenin önünün oturmaktan vazgeçip ona ulaşmaya çalıştığı güzel bir atmosferde 2 şarkı daha söyledi.

İyi - kötü…
En başta davulda Aydın Karabulut olmak üzere orkestra anlamında kusursuz bir performans sergileyen ‘Grup Sevecen’, uzun uzun dinlediğimiz ney, çok güzel bir ışık ve sahne tasarımı, semazenler ve bir şarkıda izlediğimiz balerin konserin artılarıydı. Konsere bilmeden gelen aralarda espri yaptığını sananlar da eksileri.


Ayrılık…
İlhan İrem’e nefis bir konser DVD yakışır. Keşke yapılsa. O küsmüş biri değil bence. Öz bir adam sadece. 



fotoğraflar: elif durgun

27 Mayıs 2012 Pazar

Şarkılar Bir Oyundur..



Eurovision adı üstünde bir şarkı yarışması. Hal böyle olunca da yıllar içerisinde müzikal yönü arka planda, şov ve vokal yönü önde bir yarışamaya dönüştü Eurovision. Ne yalan söyleyeyim çocukluğumdan beri bütün finalleri izledim. Bu konuda iyiyim. Komşuları bilirim.

Şaka bir yana son 5-6 gündür yarışmayı bir arada izlemek için bir yer aradık durduk. Sesi açamayız diyen mekanları, sosyalleşmek istemeyen arkadaşları aşıp Kıvanç'ın evinde karar kıldık. Yollar da boştu ve hazır bir şekilde 21.30'da TV karşısındaydık. Sonlara doğru sıkılanlar, her ülkeye eğlenceli yorum yapanlar, Can Bonomo çıkınca duaya başlayanlar gibi rengarenk bir kitleydik. 10 kişiydik. Ağırlıklı tahmin İsveç yönündeydi. Bir yandan da twitter'a hakimdik. Oylamaya başladığında en büyük korkum Rusya'nın tatlı ninelerinin ciddiye alınmasıydı ki korktuğum başıma geldi. Evet renkliler, evet çok tatlılar ama şarkı diye bir şey yok ortada. 2. olmaları umarım bir işlerine yarar şu fani dünyada.

Gelelim Can'a. Eurovision'a katılacağı ilk açıklandığında O'nu tanımayanlar, komik sandıkları yorumlar yapanlar dün gece modern, aydınlık, kafası çalışan, dimdik duran, zorlama olmayan çok eğlenceli ve güzel bir şarkıyla izlediler Can'ı. Ben de izledim. Elim kalbimde. "Haydeee" diye bağırarak. Eurovision sahnesinde onca bacağın, saçın, süsün püsün içindeki en duru şeydi Can. Bazılarımızın uğurlu sayısı 7. Bazılarımız için Eurovision'un 7. harikası Can. Benim içinse gönlümün 2.'si.. İsveç herkesin favorisiydi sözüm yok. Şarkı güzeldi. Hatta ben Eurovision için fazla güzel bu şarkı bile dedim. Ama bizim şarkımız da, şovumuz da Can'ımız da en güzeliydi. Komşu komşuya, 12 puan hep İsveç'e, ninelere saygı kuşağı derken ilk 3 tahminim yalan oldu.

Umarım bu yarışma TeamBonomo'nun çok işine yarar da benim için başta Meczup ve Bana Bir Saz Verin olmak üzere yine çok güzel ve yeni şarkılarla, konserlerle eğleniriz, bir arada oluruz.

24 Aralık 2011 Cumartesi

2011 Tortusu..



Madem yortulayamıyoruz.. O zaman tortulayalım..

2011'de sahnede en çok izlediklerim dolayısıyla en çok dinlediklerim.. Kurban, Melis Danişmend, Cingi..

2011'de kalanlar.. Acıdır ama doğrudur Teoman ve REM 2011'de kalmıştır.

2011'de gidenler.. Amy'nin ölümünü Murat'ın mesajıyla öğrendim.. "Yok yok yalan haberdir" dedim ama 1-2 saat sonra ofiste Amy anısına bir şeyler yaparken buldum kendimi.. Genç ölüm, cahil ölüm diyebiliyorum sadece..

Evde en çok dinlediklerim.. İnsanın işi müzikle alakalı olunca, herkesin zevk için yaptığı şeyin içine bir takım zorunluluklar girince evde ister istemez bağır çağır Türkçe Pop (Sezen, Hande Yener, Ajda, Halil Sezai) ve başucu albümlerimin tamamını -The Cure' & Depeche Mode- dinledim.. Paralı da olsa ara ara 'Kaybedenler Kulübü' dinledim.. Ayça döndü diye sevinip net'ten dinledim.. Ama sonra netti bilemedim..

Yolda dinlediklerim.. Her sabah bıkmadan usanmadan Geveze'yi dinledim.. Akşamları işten dönerken Cenk&Erdem, spordan dönerken Power Türk dinledim.. Cüneyt Kaşeler Lig Radyo'da olduğundan beri de cuma akşamlarımın vazgeçilmezi oldu..

İzlediklerim.. Behzat Ç (her türlü dizi - film - tanıtım - fragman) Leyla ile Mecnun (bir ara nasıl olsa izlerken ağlayacağım diye üzüntülerimi pazartesiye sakladım bu da 2011'in itirafı olsun) Bu yıl az film izledim.. Hangover 2 ve Due Date'i toplamda 20 kere falan izlemişimdir.. Evet 'Bir Zamanlar Anadolu'da'yı daha izlemedim. Bu nedenledir ki 'Bizim Büyük Çaresizliğimiz' benim 2011 filmimdir..

Okudukça... Yine kendi yazarlarımı (Nick Hornby, Murat Menteş, Murat Uyurkulak) okudum.. Orhan Pamuk'un Saf ve Düşünceli Romancısı beni en çok zorlayan kitaptı. Doğu Yücel'in 'Varolmayanlar'ın yarısındayım.. Meraktan ölüyorum devamında ne olacak diye.. Bitince yazarım.. Sonunu değil hissettirdiklerini.. 2011 bitmeden bitireceğim..

Can boğazdan.. Yediklerimi yazmayacağım korkmayın.. Ocak'tan beri 10 kilo verdim.. Son 2-3 ay öncesine kadar kurallar dışına çıkmadım.. Sağlıklı olmanın ne şahane bir şey olduğunu anladım.. 2012'nin başında yine 3 aylık bir diyet olayımız var!

Tanıştıklarım.. Daha önce de yazmıştım.. Ben bu pilates işini çok sevdim.. Hem pilatesle hem de birbirinden güzel hocalarım Canan, Pırıl ve Ayşe'yle bu yıl tanıştım.. Hepsiyle tanıştıran Gamze'ydi.. O konuya da geleceğim :)

Güneşi gördüm.. Psikolojim kadar bünyem de hassas olduğu için ateşten ve hastalıktan güneşi gördüğüm 1-2 havale geçirdim.. Ama yırttım çok şükür :)

Eğlence: Arkadaşlarımla gittiğim her konser, çalıştığımız her festival güzel anılarla geçti. Ama Gamze'nin doğum gününde eğlendiğim kadar uzun zamandır eğlenmemiştim.. Bir o kadar süre daha aynı geceden olmaz her halde :)


Soldan Madruk yaklaşıyordu.. 2012 sonumuz olur mu bilmem ama her yıl sağlık, mutluluk, başarı dileyip; daha sağlıksız koşullarda haktan, adaletten yoksun, demokrasiden uzaklarda, içine kapanan, yılmış ama yıkılmamış bireylere dönüşüyoruz. 2012'de her ne olacaksa iyi bir şey olsun ve birdenbire olsun..

İyi şeyler birdenbire olur.. Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, sf. 42

3 Aralık 2011 Cumartesi

Cingi 12



Hemen söyleyeyim yazının başlığının 'Cingi 12' olma sebebi 21 Kasım'dan bugüne geçen 12 günün dolu dolu, çok güzel, çok yoğun, yorucu ama mis gibi Cingi ve ekibiyle geçmesi.

21 Kasım Pazartesi: Artık gelenekselleştiği üzere Cingi'yle birlikte bu kez yarı akustik, yarı elektrik Queen ve Freddie Mercury şarkılarından oluşan bir anma programı çektik. Cingi ve Dream TV ekibinin mesaisi sabah 10.00'da başlayıp, gece 01.00'e kadar sürdü. 3-4 minik krize rağmen ses düzeniyle, görselliğiyle ve içeriğiyle her şey mükemmeldi.

24 Kasım Perşembe - 21.30 - Babylon: Babylon'a girdik. Üst kata çıktık. Konser başladı. O kadar yoğun ve güzel bir geceydi ki aralarda hüzünlenip gülerken kaçırdığım bir çok şeyi Bora'nın çektiği fotoğraflara bakarken hatırladım.

29 Kasım Salı: Cingi'nin vokal dalında yarı finalde yarıştığı queenextrawaganza'da finale kalan isimler açıklandı. Kazananların en üst sırasında çığlık atarken emin olmak için 2-3 kez baktığım isim vardı. Selçuk Sami Cingi!

02 Aralık Cuma: Her ay Hayal Bistro'da solo geceler düzenleyen Cingi'ye bu kez büyülü sesiyle bizi uzak yerlerdeki okyanus kıyılarına götüren Melis Danişmend de eşlik etti. Melis'in Sır, Bin Doz Öfke ve Kettle'ını bu kez Cingi düzenlemeleriyle dinledik. Bir de Pearl Jam 'Jeremy' ve U2 'With or Without You' cover'ları çaldılar ki güzel ses, iyi müzik hepsi içine aldı bizi.

Evimizde, odamızda, dostlarımızla gibi samimi bir konser gecesinin ardından Cingi'yi 05 Aralık'taki final için Los Angeles'a uğurladık. Şans meleklerini de peşinden yolladık.

Şimdi heyecanlı bekleyiş var. Sonuç ne olursa olsun başından beri olayın uluslararası bir müzik başarısı olduğunu anlayıp destek veren herkese sadece kendi adıma teşekkür ediyorum. Bazen doğru ve güzel şeyler yaparken en önemli şey sadece doğru anlaşılmak olabiliyor. Ne mutlu anlatabildiysem.

Notcuk: Bu güzel fotoğrafı çeken adam Bora Balar'dır. Şurda da daha binlerce güzel fotoğraf vardır. http://www.borabalar.com/borabalar.com/BABA_SAYFA.html